23 Ağustos 2018

BU GİDİŞ NEREYE, EY DOST..?


BU GİDİŞİN ADI NE..?
Bir yabancı bilge söylemişti..
St. Michel, metro durağında karşılaştık..
Eğildi, kulağıma fısıldadı..
Tanrı, aslında "umut"tur dedi..
"Onun için, özellikle fakirler, zayıflar, hastalar ve ihtiyaç sahibi mazlumlar "Tanrı"m  derler" dedi..
"Farkındaysan, zenginler, güçlüler ve iktidar erkini elinde bulunduranlar, Tanrı'ya pek  ihtiyaç duymazlar"  dedi.. 
Ey Dost,
Halkı yönetmeye talip olanların, iktidar erk'ini elinde bulunduranların "Tanrı" ile ilişkisini şimdi daha iyi anlayabiliyorum..
Cemaatlerin, tarikatların, ne idüğü belirsiz şeyhlerin Tanrı ile bağlantılarını..
Tanrı'sal olan güce kavuşuyorlar, aslında..

İlim, akıl nerede.? Dört bir yanımız "İslamcı"larla kuşatılmış vaziyette..
Vakıflar, dernekler, şirketler, holdingler..
Bir dini, mesleğe dönüştürdüler..
"Din"den geçiniyorlar.
İslam bir meslek değil ki, camcı, kaynakçı gibi, İslamcı söylemi kullanılsın..

Peki, İslam'daki "Adalet, eşitlik ve liyakat"kavramlarını niye konuşamıyoruz.?
"Zalim"in zulmünü..
Yada kul hakkı'nı.

İktidar erk'ini elinde bulunduranlar "Güç" ve "İktidar"ın insan üzerinde, değiştirici ve dönüştürücü etkisini çok iyi biliyorlar.
Beştepe'deki "Saray'ın İhtişamı" bize bunu anlatıyor.
1100 odalı bir saray..
Yada,  bir Arap Şeyhi'nin hibe-hediye ettiği(!) 500 Milyon Dolar'lık "Uçan Saray"..
Bu ülkede yıllardır iktidar gücünü kullanan Fethullah Gülen sümüklüsü, zaman zaman gözyaşlarına boğuluyordu..
Timsahın gözyaşlarıydı, dökülen..
İktidar erk'inin günahlarıydı, aslında..
Paylaştılar, yıllar yılı..
Amerikan Başkanı, kilisede "Tanrı" ve Kutsal metinler(!) üzerine yemin ederken,  aynı duygular altında Tanrı'ya içinden şöyle sesleniyor:
"Ey Tanrı'm, sana artık ihtiyaç yok.. Nasıl olsa yanımızda değilsin, çok uzaklardasın. Tanrısal gücün, yeryüzünde bana ait.."
Yeryüzünde, din üzerinden kurumsallaşan yapıların hastalığı bu..
Kendilerine ait "Hükümranlık" alanını böyle oluşturdular..
Tanrı'sal olanı..
Görkemli "Saray"lar inşa ettiler, kendilerine..
Allah'ın adını kullandılar..
Orduları ve yasaları kendi keyiflerine göre, yeniden dizayn ettiler.
Lütf, dediler..

Hristiyanların  Vatikan'ı, bankalarıyla milyarlara hükmediyor..
Hep aynı hastalıklı yapılar..
Yöntemleri aynı..
"Din"den besleniyorlar..

Neyi konuşalım, ey Dost..?
Şu, 100 bini aşkın personeli ve milyarlarca lira bütçesi olan, gayrımenkulleri ile devasa bir holding haline dönüşen, adına Diyanet İşleri Başkanlığı dediğimiz yapı ne işe yarar.?
Ne iş yapar..?
Fethullah sümüklüsü, yıllar yılı bu yapılardan beslenmedi mi.?
Kalleşçe öldürülen, Necip Hablemitoğlu taa o yıllarda yazmıştı, "Köstebek"i..
Herkesi uyardı..
Bizler, taa 2000'li yılların başında bu "ihanet şebekesi"nden söz ederken, iktidar sahipleri onlarla "aynı Menzil'e" doğru, birlikte yürüdüler.. 
El ele, kol kola..
Sırtımızdan beslendiler yıllar yılı, bu hastalıklı keneler..
Ne istedilerse verdiler..
Gelin, bunları konuşalım.. 

Esnaf feryat ediyor..
İşsizlik had safhada.
Ülkenin ekonomik dengeleri sarsıldı..
Ahlaki çürümüşlük.. 
"Onların Doları varsa, bizim de Allah'ımız var" diye açıklamalar yapanı da gördü, bu ülke..
"Soğan depolarını basacağız" diyeni de.. 
Parti'li Cumhurbaşkanını..
Reel ekonomik göstergeler ise, farklı konuşuyor.
"Partili CB" bu türden açıklamalar yapıyor.
Faturayı ödeyen ise, bu güzel ülkenin insanları.. 
Bu ülkenin kaymağını yiyenler, külfeti halkın sırtına yüklüyor.
Gelin, bunarı konuşalım ey Dost..!

Konuşacak o kadar çok şey var ki.!
Hangi birisinden söz edelim..? 
"Konuşan Türkiye"için buradayız.
Her kim olursa olsun, insanların  fikir ve düşüncelerini serbestçe ifade etmesinden yanayız..

Yeni bir gün, yeni bir başlangıç..!
Niye olmasın..?
Işığın yolunda, 
Gün ışığında..
........... Işık, Tanrısaldır..
Işık, gerçeğin ta kendisidir.
Işığın şeklini şemalini değiştiremezsiniz.
Işığa yön veremezsiniz..
Işığı kontrol edemezsiniz..
Işığı denetim, kontrol altına alamazsınız..
Ona dokunamazsınız bile..
Onu değiştiremezsiniz.

Zifiri karanlıkların en koyu anı, aydınlığa en yakın zamandır.
Bu döngüyü değiştiremezsiniz.
Herşey, eninde ve sonunda aslına rücu eder.
Yitik ise, kaybedildiği yerde aranır.
Tanrı, böyle istiyor..
Asıl imtihan, işte bu..
İmtihan, bu dünyada..
Tüm çıplaklığı ile karşımızda duran "gerçek"lerle olan imtihanımız..

Yıpranıyorsun ey Dost..
Vicdanın rahat değil.
Huzur'un  yok.
Geceleri, artık uyuyamaz olmuşsun.
Keyfin yerinde değil.
Hayattan zevk almıyorsun, alamıyorsun..
Sen, kendini kaybettin aslında..
Bıraktığımız yerde değilsin.

Irmakların akışını tersine çeviremeyeceğini  biliyorsun..
Güneşin doğuşuna şahitlik gerekir mi.?
Zifiri karanlığın hükmü ise, ancak sabah'a kadardır.
Bakıyor ama hala göremiyorsun işte..!
İblis'in yolunda,
Yol alamıyor, yol bulamıyorsun..

Işık ise, hakikat'tir..
Işık, güneşin bir yansımasıdır.
Işık, Tanrı'saldır..
Güneş'e, ışığa ve aydınlanmaya gözlerini kapayan ise, ancak kendisine gece yapar.
En güçlü muhakeme ise, "Vicdan"lardır..
"Vicdan"larda mahkumsanız eğer, nerede olduğunuzun,  kim olduğunuzun hiçbir değeri yoktur aslında..
Sürekli yanılırsınız..
Aldatılırsınız.
Ancak, kendi kendinizi kandırır,
Yalanlarınızla avunursunuz..
Kendi yalanlarınız, hayattaki teselliniz olur..
Dayanağınız olur..
Dolaysıyla, sürekli yeni yalanlar inşa edersiniz, kaçınılmaz olarak..
Orası, sizin sığınağınız olur..
Gün ışığından kaçan yarasalar gibi, hakikatlerden uzaklaştığınızı zannedersiniz..
Hakikat'lerden kurtulduğunuzu..
Ama, nafile.. 
Kaçış yok..
Kaçsanız da, nereye kadar..?
An gelir, oracıkta kalırsınız..
Herşey eninde ve sonunda aslına rücu eder.

Heyhat, 
Kimler geldi, kimler geçti bu diyarlardan..
Ancak, kimseye kalmadı,
Kimseye de yar olmadı, bu diyarlar..
Fani  dünya..
Sanal dünya..
Niceleri geldi göçtü..
Güneş ise, hep oradaydı..
Tanrı'nın bir gözü gibi olup bitenleri izledi, taa uzaklardan..
Tanrı, aslında yanıbaşımızdaydı..
Yüzyıllardır bu denge, bu ahenk hiç değişmedi.
Asla, bozulmadı..
Değişen, bozulan sensin aslında.. 
Sürekli, değişim arayan sen..
herşeyi değiştiren, 
En sağlam, en dinamik yapıları bile "değişim" adı altında yap boz tahtasına çeviren sen..
Değişmeyen, değişmesi "teklif" dahi olunamayan yine sen..
Bu ne iş..?
Uyum, ahenk, denge nerede..?
Ortak akıl, istişare nerede..? 
Liyakat..
Fısat eşitliği.. 
Adalet..

Şu uçsuz bucaksız alemde, ancak hacmin kadar yer kaplarsın ey Dost..
Velhasıl kelam,
Hala, oturduğun yerden,
Dünyayı idare etmeye kalkışırsın ya.!
Ne haddine..?
Herşey, yaratıldığı üzeredir.
Var mı, ötesi.?
Dünyanın bir hakimi zaten var..
Hükümranlık alanı da var,
Alabildiğine sınırsız, uçsuz bucaksız..
Senin işgal ettiğin alanı bir ölçelim.
Sahi, ne kadar.?

Diyeceğimiz, o ki;
Sen, sen ol..
Işığa karşı durma..
Tanrı'sal alana girme..
Hakikati gizleme..
Alma mazlumun ahını,
Çıkar aheste aheste..

Ey Dost..!
Her kim olursan ol..
Her ne olursan ol..
Her nerede, olursan ol..
Hepsi hikaye..
Gel, günahlarından arın..
Bu kapı, senin için aralanıyor..
Hücreler yaşlandıkça kendini yenileyemiyor, işte..
Hayat iksiri kan, damarlarda pıhtılaşıyor..
Beyne giden kılcal damarlar kapanıyor..
Sona yaklaşıyorsun, işte..
Kaçınılmaz "son"a..
Ve, kapın çalınıyor..
Bu, anlamsız ve ne idüğü belirsiz "gidiş"ini durduramıyorsun işte..
Gittikçe, yalnızlaşıyorsun..
İnsan yığınları arasında, "Yalnız"ları oynuyorsun..
Ey Dost..!
Sen hiç, insan yığınları arasında, kalabalıklar arasında "Yalnız"ı gördün mü..?
Hala, görmedinse ve dahi, göremedinse aynaya bak..
Orada kendini göreceksin..
Yalnız olan, sensin aslında..

Bu gurur,
Bu kibir,
Bu hırs,
Bu öfke niye.? 
Bu kavga niye.?
Hırsın aklının önünde..
Sen ise, onun peşinde sürükleniyorsun, sadece..
Peki, ama nereye kadar..?
Gel etme eyleme..!
Işığa yaklaş, yakınlaş..
Vicdan'ınla barış, kucaklaş..
Arın günahlarından..

Ey Dost,
Yıllar geçti aradan..
Ne kaldı geride..?
Sahi, ne bıraktın..?
Dön, bir bak hele..
Kağıttan kuleler, kuru cihangirliklerden başka..
"Ben inşa ettim" dediğin imparatorluklar bile yerle bir..
En yakın dostların bile uzaklaştılar,
Seni terkettiler.
Yalnız kaldın..
Gel, etme eyleme..

Uzun söze ne hacet..
Yitik, kaybedildiği yerde aranır..
Sen, aslında kendini kaybettin ey Dost..!
Uzaklarda arama, gel..
Ben, seni kaybettim..
Zira, benden çok uzaklardasın..
Hala, o zifiri karanlığın arasında yol almaya, yol bulmaya çalışıyorsun.. 
Nafile..

Gel etme, eyleme..
Ne kalır geriye,
Sevgiler tükenince..

Başka ne diyebilirim, Ey Dost..?
Sana ancak bu satırları yazabildim,
Biraz korku, biraz endişeyle..
Sana derdimi anlatacak, 
Sana, duygu ve düşüncelerimi anlatacak, hal bırakmadın bende.. 
Huzur bırakmadın, şu alemde..
Nerede, konuşan ülke.?
Nerde, Konuşan Türkiye..?
Okuyan, araştıran, soran ve sorgulayan..
Genç üniversiteli nerede..?  
Ne diyebilirim ki..?
Hal-i manzara bu..
Yarın, ne olacağını, kimin ne üzere ve ne hal üzere olacağını ise, ancak Allah bilir..
Gerisi hikaye.. 

Sevgili Okurlar,
Bu satırlar bir "Dost"a yazılmıştır.
Bu "kıssa"dan isteyen istediği "hisse"yi alır.
İsteyen, istediği gibi yorumlayabilir..
Hoşumuza gitmese de, beğenmesek de fikir ve düşüncelerin alabildiğine, serbestçe  ifade edilmesinden yanayız..  
Bu birilerinin, başkalarına bir "lütf"u değildir.
Tanrı'nın insanlara   doğuştan itibaren sunduğu bir özgürlük, bir demokrasi alanıdır..

Son söz olarak diyebiliriz ki, 
"Bulundukları mevki, makam ve koltukları, beyin yürek ve kapasiteleriyle dolduramayanlar, ancak hacim ve cüsseleriyle doldururlar..
Bizim literatürümüzde ise, bunun adı "İşgal"dir.
Bu söz, bir alıntı falan değildir..
Lucihan'ın sözüdür..
Lucihan, "geciken adaletin, adalet olmadığı"na inanır..
İlgililerin kulağına küpe olsun..
Vesselam..

NOT: 
Bu yazı "Lucihan" tarafından kaleme alındı.. 
Lucihan'ın anlamı: Işığın olduğu yer, Işığın  habercisi, Işığı taşıyan..

***

YAKINDA, YAYINDA OLACAĞIZ..
IŞIĞA AZ KALDI..